Yeni okul dönemi; yeni işler, yeni dersler ve bazen yeni bazen eski dertlerle birlikte geliyor. Tabii bu dertlerin bazıları için “her kuşu __ bir leylek kaldı” demek mümkün ama uygun olabilir. Yine de benim bir miktar umudum var bu dönemden.

Öncelikle, bu dönem yeterince ders alamadım. Bir okuldaki ders seçme sistemi neden sandalye kapmaca usûlü olur ki? Kayıt sayfasında ilk yazan dersi alıyor. Zaten altyapı aşırı kötü olduğu için kayıt sitesine giriş yapma zamanı rastgele oluyor, yetmiyormuş gibi sayısı tamamen rastgele olan captcha (şu “insan olduğunu doğrulamak için” çözülen yangın musluğu seçme zamazingoları) çözmek gerekiyor. Tamam bu sistemi koymak mantıklı, bizim bölümün eskileri zamanında betik yazıp istedikleri dersi anında almak gibi bir işlere girişmiş olabilirler. Fakat captcha sayısının kişiden kişiye değişmesi büyük bir saçmalık. Bazı kişiler sadece ve sadece şanslı oldukları için dersleri alabiliyorken o dersi daha çok isteyen, hatta o derse ihtiyacı olan (sonuçta mezun olmak için çok sayıda seçmeli ders gerektiği gibi Türkçe ve İngilizce gibi dil derslerinde de sınıf seçmek gibi bir dert var) insanların dersi alamaması söz konusu oluyor bu durumda. Hadi şanssızlık sebebiyle almak istediğim iki seçmeli (biri teknik öteki dil) ders bu dönem açılmadı, peki neden kısıtlı seçmelilerde sırf dersi alanlardan daha fazla captcha çözdüğüm için ders alamama durumum oldu? Ki ben bu dersi alana kadar mezun olamıyorum. Dedim hadi seçmeli olarak bölümden ders almayalım, basit derslerden de almayalım ve makinacıların cebelleştiği, kafa kıran derslerden alayım dedim ama o da nesi? O dersler de dolu. Ya basit dersleri alamayanlar da benim gibi düşünüp mazoşistlik yapmaya karar verdi (ki hiç sanmam) ya da bu dersleri başkaları aldı. Sonuç olarak derssiz kaldım. Benim gibi sürekli üstten ders alan birisi için bunun iyi olduğu yanları olduğu gibi -son senemde çok sorun yaşamayacak olmama rağmen bu dönemim boş olabiliyor- son senesini hazırlık senesi seviyesinde boşaltmak isteyen birisi olarak eksileri de var. Ha yine de çok istediğim ama nadir açıldığı için alamadığım bir dersi alabileceğim muhtemelen bu dönem, o konuda biraz seviniyorum en azından.

Okulun tamamen gereksiz saçmalıklarını bir kenara bırakırsak, yine de bir kendisinden bir nebze umutlu olduğum bir dönem gibi gözüküyor bu dönem. Derslerin azlığının en büyük avantajı muhtemelen hayatımı düzene sokabilmem olacaktır. Bu dönem içinde yapmak istediğim çeşitli şeyler var ve bunlar için yeterli zamanım olabileceğine inanıyorum. Ankara’da bir dolu akrabam olmasına rağmen dönemde bir kez bir tanesini ziyaret ediyorum sadece, geri kalan zamanda okul sebebiyle zamanım olmuyor. Bunun yanında sosyal medyayı bırakmama rağmen yerine hiçbir şey koyamadım doğru düzgün. Bu da günlerimin sıkıcı geçmesine sebep oluyor. Ayrıyeten, YouTube gibi diğer platformlara bağımlı olarak başa dönmemin yolunu açıyor. Ben spor yapan bir insan değilim, keza sporu da pek seven birisi de değilim, dolayısıyla “basmak”, sosyal medya kaydırması yerine koyabileceğim bir şey değil. Çözüm olarak da aslında geçmişe bakmam yeterli oldu. Genel olarak boş zamanlarımı dersler ve Vikipedi gezintileri ile geçirmiş olduğumu fark ettim. Derslerimin az olduğu bir durumda -veya gelecekte eve getirmeyeceğim bir işe sahip olduğumda- dersler bu yerine koyulma eyleminin bir parçası olamıyor. Derslerin yanında boş zamanımı doldurabileceğim bir diğer aktivite YouTube’da video izlemek -ki şu an kabataslak bunu yapıyorum- ama YouTube’dan da kurtulmak gibi bir istek var içimde. Geriye oyun oynamak kalıyor, nitekim lise son hariç lise hayatımın kalanında boş zamanımı çoğunlukla Paradox’un oyunlarıyla -bilhassa da EU4 ile- geçirdim ve diyebilirim ki bu da saçma bir bağımlılık hissi veriyor, kendimi gerçekten bir şey yapmak yerine zamanını milleti fethederek harcayan biri olarak görmeme neden oluyor. Geriye iki bir seçenek kalıyor ki bence doğru cevap da ikincisi olacak: anime izlemek ve kitap okumak. Lise sona geçerkenki yazın, henüz sınav maratonuna girmemişken belli bir kitap okuma alışkanlığı elde etmiştim. Kitap okuduktan sonra “Ben ne yaptım ki şimdi?” gibi sorgulamalara girişmediğim gibi genel olarak birçok açıdan sağlıklı ve faydalı bir aktivite kitap okumak. Anime izlemek de nispeten güzel sayılabilir -ki devam edeceğimi düşünüyorum-, faydası ise tartışılır ama zaten çok uzun soluklu yapabildiğim bir eylem değil genel olarak. Bir günde 10 bölüm bile izlediğim oldukça nadir olduğu için çok fazla bir “boş zaman aktivitesi” olamıyor. Ancak kitap okuma hızım çok fazla değil ve çok sıkıcı olmayan kitapları uzun süre okuyabiliyorum, yani zamanımı doldurabiliyor. Ara vermekten çekindiğim kitaplar bile oluyor ama zaten onları da tek oturuşta 10 saat okuyayım bir zahmet. Diğer kitaplar içinse ara vermek ve bu arada belki kitap hakkında düşünmek -tahminimce kitabı özümseme derecemi arttırma potansiyeline sahip bir eylem- veya direkt hiçbir şey düşünmemek gayet makûl gözüküyor.

Bu sitenin sistemini tamamlamış olmak güzel cidden. Birkaç gün önce Windows’tan Linux’a (özel olarak belirtmem gerekirse Linux Mint’e) geçiş yaptım ve dizinlerin \ ile değil de / ile ayrılmasından ve yerelleştirme ayarlarındaki ufak farklılıklardan (Windows’ta tr_TR olan ayarın Linux’ta tr_TR.utf8 olması) kaynaklanan sorunları çözüverdim ve sistemi tekrardan çalışır hâle getirdim. Bu sayede rahatça bu gönderiyi ekleyebiliyorum sayfama. Bir önceki gönderiyi evde -monitörün yokluğunun kurulumumda yarattığı sıkıntıdan ötürü- bilgisayarımın kendi klavyesiyle yazmıştım, bunu ise hârici monitörümde okuyarak, almış olduğum ayrı mekanik klavyeden yazıyorum. Mekanik klavyede yazmanın keyfi de ayrı oluyor tabii, ama tuşlara hâlâ daha o kadar alışamadığım için sık hata yapabiliyorum. Kendime uygun bir anahtar -mevcutta kahverengileri var- araştırmam gerekiyor bir ara ama bunu yapacak zamanım olsa bile klavyemdeki anahtarları değiştirecek param yok muhtemelen. Genel olarak memnunum ama klavyemden. Home ve End tuşlarının ayrı olmasının verdiği rahatlık cidden çok iyi. Sanırım çektiğim en büyük sıkıntı, düzgün bir <> tuşunun olmayışı. Amerikan klavye düzenine sahip olduğu için, Türkiye’de gördüğümüz klasik klavyelerden birkaç farkı var. Göze çarpan ilk fark enter tuşunun şekli, Türkçe klavyelerde -veya genel olarak ISO klavyelerde- enter tuşu dikey bir yapıya sahip, virgül tuşu ise enter tuşunun hemen solunda. ANSI -Amerikan klavyelerinin düzeni- düzeninde ise enter tuşu yatay olarak geniş ve virgül tuşu onun üstünde. Fakat bana kalırsa öteki farklılık daha büyük sıkıntı: soldaki shift tuşu büyük ve z ile shift tuşları arasında <> tuşu yok. İngilizce düzende shift+, ve shift+. (Türkçe Q düzende shift+ö ve shift+ç oluyor) ile < ve > sembollerini yapabiliyorum ama Türkçe düzene geçtiğimde (mesela bu gönderiyi yazarken) bu karakterleri, İngilizce düzene geçmeden yapamıyorum. Bu da şu anki gibi nadir de olsa bazı durumlarda sinirimi bozuyor. Ama yapacak bir şey yok. Amerika Büyük Devletlerinin teknoloji alanındaki baskınlığı sebebiyle mekanik klavye gibi nispeten niş denebilecek bir alet genel olarak ABD’ye uygun şekilde üretiliyor. Sadece ben değil, bu konuda siniri bozulan çok sayıda ABD’li olmayan insan var sırf ISO düzeni mekanik klavyelerde ikinci sınıf vatandaş olduğu için. Elbette Türkçe düzene uygun mekanik klavyeler de var ama pek yaygın olmadıkları için çeşitlilikleri de az. Benimki gibi ucuz ama nispeten düzgün denebilecek bir mekanik klavyeyi Türkçe düzende satın almak pek kolay değil.

Linux Mint’te en beğendiğim özelliklerden biri de Cinnamon’daki applet’ler (uygulamacıklar). Bunların arasında bir tanesi özellikle benim bayadır istediğim ama bir türlü uygununu bulamadığım, sonrasında yapmaya giriştiğim ama beceremediğim bir şeyi yapıyor: radyo dinlemek ve bu sırada isteğe bağlı olarak dinlediğini kaydetmek. TRT Türkü’de bazen çok güzel türküler çıkabiliyor ve bunların bazıları internette bulunmayan türden olabiliyor. Genelde bunları, telefonumu -o sırada radyonun açık olduğu- televizyonun önüne koyup ses kaydederek depoluyorum ama sonuçta bu sistemde çok sayıda dış ses olabiliyor, bu da bazı bazı kaydın müzikten çok gürültü ve konuşma içermesine sebep olabiliyor. Ama bu applet sayesinde radyonun doğrudan ses dosyası üzerinden kaydedebiliyorum, böylece temiz bir kayıt oluyor. Genel olarak iki temel sorunu var ama. İlk olarak, radyoya bağlanırken sorun yaşayabiliyor. Sürekli radyo açıksa bu sorun değil ama televizyonda duyup beğendiğim bir türküyü kaydederken ciddi kayıp olabiliyor bu sebeple. Tekrar tekrar bağlanarak çözebiliyorum sadece ama bu sırada türkü akıyor sonuçta. Bu sorun ses akışının kendisinden kaynaklı olabilir ama, o akış dosyasını tarayıcımdan falan da açmaya çalışırken yine bazen çalıp bazen çalmayabiliyor. İkinci sorun ise daha sıkıntı bence (ilki sonuçta radyonun sürekli açık kalması ile çözülebilir) ki o da kaydın, kaydetmeye basınca başlamama olasılığının olması. Yine tekrar tekrar basınca ancak kaydedebiliyor. Bu sorun için ise radyonun kaydettiği klasöre gitmek işe yarayabiliyor, o klasör içinde ses dosyası oluşmaya başlamışsa kaydetmeye de başlamıştır diye düşünebiliyorum. Bu iki temel sorun olmasa oldukça güzel bir uygulamacık ama varken bile en azından yapabilmesi çok güzel. Nitekim evdeyken Ahlatın Başındayım türküsünü kaydetmiştim -yamulmuyorsam canlı çalınıyordu- ve dün tekrar dinlediğimde tabir-i caizse türküye âşık oldum. O kayıt olmasaydı o türküyü muhtemelen unutup giderdim. İlginç bir deneyim oluyor dolayısıyla benim için. Ki Ahlatın Başındayım türküsü için bile kaydetmemiştim, Şu Dünyanın Devranına için kaydetmiştim. Tesadüfler insanı hayrete düşürmekten geri kalmıyor hiç.

Şimdilik yazacaklarım bu kadar galiba. Bu sayfaya arada sırada gelip gönderi atmaya devam etmek istiyorum. Umarım da devam ederim. Ortaokuldan kalan üç beş videomun, geçmişteki bana şimdideki benden bir köprü oluşturması çok hoşuma giden bir şey. Düzenli bir şekilde aklımdan geçenleri bu siteye yazdıktan sonra, ilerde burada birikenlere baktığımda nelerin aklımdan geçeceğini pek hayâl bile edemiyorum açıkçası.


Gönderilme Zamanı



Ziyaretçi Defteri