Bu sayfaya gönderdiğim ilk düzgün gönderim olacak bu. Ufak bir giriş gönderisi oluşturduydum ama bence tam olarak olmamıştı o gönderi.

Sınavlar bitti, dönem bitti, dönem bitimine aksayan ödevler de bitti ve sonuç olarak ben de bittim sanırım. Dört haftalık ara tatilin sadece iki haftasında doğru dürüst tatil yapabilmenin hoş olduğunu düşünmüyorum kesinlikle. Nitekim bu kalan zamanın çoğu da akraba ziyaretleri gibi şeylere gider diye tahmin ediyorum. Kısacası, gerçekten rahat bir tatil geçiremeyeceğim bir daha galiba. Ya da bilmiyorum, belki iş hayatındayken tatiller daha rahat geçiyor olabilir. Geçen yazki stajda her ne kadar tam zamanlı çalışıyor olsam da (günde yedi buçuktan sekiz saat) hayat içerisinde yüklenen sorumluluk olarak iş hayatının okuldan daha dengeli olduğunu düşünüyorum. Evet, her gün sekiz saat derse girmedim liseden beridir fakat okul, çeşitli yükleri ve sorumlulukları ile insanın hayatında daha çok yer kaplıyor diye düşünüyorum. “İşi eve getirme.” diye bir ifadenin kullanıldığını görmüştüm ancak bu öneri/emirin okul için geçerli olması pek mümkün değil. İş yerinden ayrıldıktan sonra gerçekten işi aklımızdan çıkarabiliyoruz büyük ölçüde ama okul bir şekilde varlığını hissettiriyor. Bütün derslerin düzenlerinin, öğrencinin programı içerisinde tek başınaymışçasına tasarlanması dolayısıyla insana tamamen gereksiz ve zorlama bir yük bırakılması da zaten gereğinin üstünde olan yükün daha da yüksek olmasına sebep oluyor diye düşünüyorum.

Bu bahsettiğim farklılığa rağmen günümüzde -her geçen gün daha da sanallaşan günümüzde- bu “taşma” sorununun çoğu mesleğe de yayıldığına ilişkin haberler görmüştüm. E-postalar ile başlayan anlık haberleşme sürecin sonucunda artık insanlar yedi gün yirmi dört saat boyunca aktif olmak zorunda kalmakta. Mesai bitiminin çok sonrasında dahi çalışanların -ki bunlara üst düzey çalışanlar da dâhil- diğer çalışanlar tarafından ulaşılabilir olmasından ötürü o iş eve gelmek zorunda kalıyor. Günümüzdeki araştırmalar insanların var olan fakat az olan çalışmalarla en uygun ruh durumuna sahip olduğunu gösterirken, geçmiş insanların elleriyle kazıya kazıya aldığı daha az mesai hakkının, bürokrasinin açık bıraktığı noktalar üzerinden delinmesinin; insanlık için ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Aslında bakarsak, bu sorun yalnızca bir dış tepkidir diyebiliriz. Toplum olarak çok daha geniş bir alana yayılmış ve muhtemelen hiçbir ferdin tek başına tam olarak kavramasının imkânının olmadığı bir kriz ile karşı karşıyayız.

Teknoloji, tarih boyu aslında hiçbir zaman yüksek bir gelişmişlik göstermemiştir. Doğadaki hiçbir varlık, temel seviyenin üzerinde bir alet kullanımı becerisine sahip değil. Bazılarının vücut yapıları uygun değilken bazılarının ise beyninin kapasitesi yetmemekte. İnsan dediğimiz varlık ise doğanın içerisinde gelişme gücüne en çok sahip olan tür. Beynimiz ile düşündüğümüz ve tahayyül ettiğimiz kavramları ellerimiz ile uygulayabilmemiz sayesinde bu noktadayız diyebiliriz. Ama dediğim gibi, yeryüzü daha önce buna benzer bir gelişimle karşılaşmadı. Dolayısıyla bir bakıma rehbersiziz. Evet uçmak için kuşlara, yüzmek için balıklara, ağ örmek için örümceklere veya organizasyon için çok hücreli canlılara bakabiliriz. Ama bir türün hemen hemen bütün üyelerinin birbirinden an ile uzak olduğunun ilk örneği biziz. Yani, teknolojinin uçuk gelişmelerinden doğan sorunların çözümlerini sadece ve sadece kendimiz bulabiliriz. Şimdiye dek teknolojinin gelişimi, anlık sıçramalar haricinde oldukça durağan gidegeldi. Tarım devrimi gibi sıçramalar sonucunda medeniyetlerin yıkılıp yenilerinin kurulduğu da tarihte görebileceğimiz bir şey. Ancak sanayi devriminden beridir çok ciddi bir sorun var: eskiden sıçrama diyebileceğimiz ve çok uzun zaman aralıkları içerisinde gerçekleşen gelişmelerle benzer ölçekte olan gelişmeler artık tabir-i caizse gündelik diyebileceğimiz olaylara döndü. İletişim ile ilgili gelişmelerin yarattığı etkinin çeşitli sebeplerden ötürü insanlığa etkisi de diğer türlü gelişmelerden fazla olmakta. İnternet bugün insanlığın en büyük ve etkili icatlarından birisi konumunda. Telgraf bu anlık iletişimin kapısını araladı, artık altyapısı yeterince gelişmiş iki konum arasında anlık iletişim kurmak mümkün oldu. Telefon ile bu iletişim ses iletimini de kapsar hâle geldi ve tabana da ciddi şekilde yayıldı. Televizyon her ne kadar iletişim çeşitliliği açısından bir genişleme olsa da tek taraflı iletişim nedeniyle bence çok büyük bir gelişme sayılmayabilir. 1990’lardan itibaren ise internet hayatımızın bir parçası olageldi ve şimdilik elimizdeki en güçlü iletişim aracı olarak kaldı. Bu hızlı, çeşitli, güçlü ve yaygın aracın karşısında ise insanlık kendi özü tarafından zora sokulmakta. Fakat bu zorluğun gerçekleşebilmesinin ana müsebbibi elimizdeki mevcut sistem olan kapitalizm. Sadece ve sadece daha fazla kâr için insandaki bilişsel açıkları kullanarak insanları bu duruma sokmadan da teknoloji ile bir denge sağlayabilme imkânımızın olduğunu düşünüyorum. Ha “Bu düzen nasıl olur?” sorusunun cevabı yok.

Elbette bu nedenler ve durumlar, resmin çok ufak bir parçası. İki önceki paragrafta dediğim gibi, bu krizi tek bir bireyin tam olarak kavramasının pek mümkün olmadığı fikrine sahibim. Ben de tek bir birey olarak bu ifadeye dâhilim. Tabii ki güncel krizlerin -bilhassa da ülkemizdekilerin- arasında bunun gibi görece soyut sorunlara kafa yormak birçok insanın tercih etmeyeceği bir eylemdir muhtemelen. Karnına yemek girmeyen birisinin, internetin insanlığa etkisi üzerine düşünmesini beklemek doğru değildir herhalde. İnsanlığın en büyük çıkmazlarından birisi olsa gerek bu durum. Temel ihtiyaçları noksan olan bir insan düşünme eğilimine sahip olmayacak, muhtemelen de temel ihtiyaçlarının eksikliğinin nedenini sorgulamayacağından dolayı bu eksiklik devam edecektir. Günümüzde orta kesimin birçok ülkede gitgide küçülmesinin insanlığa bedelinin büyük olacağı kanısındayım. Alt kesim, bahsettiğim gibi kendi derdini doğru sorgulayacak durumda değildir çoğunlukla. Üst kesim ise güçten kaynaklı bir yozlaşma ile sorunlarının birçoğunun müsebbibi olmasından dolayı eylem alma niyetine sahip değil. Genel ve toplumsal sorunların çözümü için bu iki probleme de sahip olmayan bir kesime, yani orta kesime ihtiyaç var. Modern kapitalizmin en hiddetli saldırdığı kavramın bu kesim olması da tesadüf değil nitekim.

Bu kadar derin bir sorunun yüzeye yansımalarından birisi de işi eve getirmek oluyor kısacası. Ben kendim bunun çözümü için hem kendi kendime akıl etmiş olduğum, sonrasında ise internette gördüğüm basit bir değişikliği gerçekleştirmeyi düşünüyorum: ofis saati gibi bir iletişim olanağına sahip olmak. E-posta aslında bu sisteme oldukça uygun, çok rahat bir şekilde sürekli bildirilmekten çıkarılabiliyor. Bunun yanında evrensel bir geçerliliğe sahip, büyük ölçüde açık bir standart olması ve neredeyse internetin başından beri var olması sayesinde kendimize uygun bir e-posta istemcisi oluşturmak fazlasıyla mümkün. Hatta biraz daha teknik bilgi ve beceri ile kendi e-posta sunucumuzu da oluşturabiliriz. Bu sayede kendi iletişimimizi kendi ellerimize almak gibi bir seçeneğe sahip oluyoruz. Bunun üzerine e-posta bakma sıklığımızı günde bir veya iki sefer ve belli saatler olarak ayarlarsak (ofis saati gibi olmasının sebebi bu) sürekli bir iletişim hâlinde olmadan kendi işimizle rahatça ilgilenebilme olanağına kavuşuruz. Çok yakın akraba -anne, baba, kardeş gibi- ve çok yakın arkadaş/dostlarımıza telefon numaramızı verirsek, acil durumlarda ulaşabileceğimiz insanlar açısından da sorun yaşamayız ve telefonun sağladığı anlık yazı ve ses iletişiminden de faydalanmış oluruz. Bu düzen içinde işi eve getirmek gibi bir ihtimal de kalmamakta, paydos ile birlikte işten gerçek anlamda çıkmış olmaktayız. Ancak okul bağlamında uygulamak için bir miktar düzenleme gerektiği kanısındayım.

Sonuç olarak ödevlerden kurtuldum, tatilim öldü ve uygulamak için fazla tembel olduğum birkaç fikir ile kaldım. Hoş gerçi, tatilim ölmese bile muhtemelen pek zevki olmayacaktı. İnsanın büyüdükçe hayattan aldığı zevkin azalması da başka yazının konusu olsun artık.


Gönderilme Zamanı



Ziyaretçi Defteri